Adil yargı fezleke çıkmazında
Avrupa Konseyi, özel yetkili mahkeme kararları ve siyasetçilere davaların Türk yargısıyla ilgili 'bağımsızlık' algısını...
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), insan hakları ihlalleriyle ilgili iddialara bakan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) anayasasıdır. AİHS aynı zamanda Anayasa’nın 90. maddesi gereğince Türkiye Cumhuriyeti mevzuatının da üstündedir. AİHM’deki Türkiye davalarına ilişkin ilginç istatistikler var. Örneğin Türkiye hâlâ en çok yargılanan ülkelerin başında. Türkiye’nin en çok mahkûmiyet aldığı maddeler yıllara göre değişse de güvenlik ve yargı konularında yoğunlaşıyor. 90’lı yıllarda işkence, kötü muamele, düşünce özgürlüğü ihlalleri popülerdi. Geçmişte ve şimdi en fazla ihlal, adil yargılama hakkı konusunda yapılırken, son birkaç yılda ihlal davalarında ‘uzun tutukluluk’la ilgili ‘özgürlük ve güvenlik hakkı’ maddesi öne çıktı.
Geçmişte Yargıtay, son zamanlarda HSYK, Türkiye’nin AİHM’deki davalarda daha fazla mahkûm olmaması için yargı mensuplarını gruplar halinde AİHM’nin bulunduğu Strasbourg’a gönderiyor, AİHM içtihatlarını çevirerek yargı mensuplarınca okunmasını sağlıyor ve AİHS’de yer alan temel insan hak ve hürriyetlerinin korunması için çaba harcıyor.
Sevindirici gelişmeler
AİHM’nin olduğu Strasbourg’daki içtihatları öğrenen ve bakış açısını gören yargı mensupları, düşünce özgürlüğü, eleştiri ve barışçıl gösteri ve hakkı konusunda daha esnek kararlar verebiliyor. Örneğin, Hakkâri’de son altı ayda, cana ve mala zarar gelmemişse, hiçbir toplu basın açıklamasına ya da gösteriye yönelik yasal işlem yapılmamış. Yargıtay, yerel mahkemelerden gelen birçok mahkûmiyet kararını, ‘düşünce özgürlüğü’ ve ‘eleştiri hakkı’ kapsamında gördüğü için bozmuş.
Ancak, AİHS çerçevesindeki bu iyi tablonun, CMK 250. madde suçlarına bakmakla görevli özel yetkili mahkemelerde geçerli olduğunu söylemek zor. Nitekim, TBMM’deki BDP’lilerin birçoğu hakkında Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında yargılamalar kesintisiz sürdürülüyor. BDP’lilere yönelik fezlekelerin birçoğu, ‘halkı kin ve nefrete teşvik’, ‘kamu düzenini bozma’, ‘adli yargılamayı etkileme’, ‘bölgecilik, ırkçılık yapma’, ‘suçu ve suçluyu övme’, ‘kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme’, ‘devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma yönünde çalışma’ ve ‘halkı askerlikten soğutma’ gibi ‘yoruma açık’ suçlamalara dayanıyor. Son olarak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na “Silivri toplama kampı” dedi diye ‘adil yargılamayı etkileme’ suçlamasıyla fezleke hazırlandı. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, dün bu konuda sınırları belirlemenin zorluğuna dikkat çekerken, Başbakan Tayyip Erdoğan Kılıçdaroğlu’na fezleke düzenleyen yargıya hak verdi. Genelkurmay Başkanı’nın BDP lideri Selahattin Demirtaş’a açtığı ‘onbaşı’ davasının fezlekesi de hızla çıkacak gibi... ‘Yargılamayı etkileme’, gazetecilerin ve avukatların da sıkça karşılaştığı bir suçlama. ‘Karargâh’ isimli kitabın yazarı Mehmet Baransu, Ergenekon soruşturmaları hakkındaki yazılarıyla bilinen Bugün’ün Ankara Temsilcisi Adem Yavuz Aslan, Ergenekon kapsamında açılan ODA TV davası sanıklarından Soner Yalçın ve Yalçın Küçük, CHP milletvekili İlhan Cihaner’in avukatı Turgut Kazan da aynı suçlamayla karşı karşıya kalmış. Üstelik söz konusu suçlamalarla açılan davalarda çıkan kararlarda standart bir bakış açısı yok. Bazı mahkemelerin ‘eleştiri hakkı’ dediği durumlar için bazı mahkemeler mahkûmiyet kararı verebiliyor.
Avrupa’dan yapıcı eleştiri
Avrupa Konseyi’nin dünkü Türkiye raporunda ise yargı sisteminde, insan haklarından yararlanma ve ‘tarafsızlık, bağımsızlık ve etkililik’ algısı açısından ‘olumsuz’ tabloya dikkat çekildi. Yani bir tarafta Strasbourg görmüş yargı üyelerinin alkışlanacak tutumları, diğer tarafta özgürlükleri kısıtlayıcı ‘özel’ yorumlarla gelen fezlekeler, davalar ve sonuçta çıkan ‘siyaset ve basın yargı baskısı altında’ görüntüsü var. (Deniz Zeyrek - Radikal)
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.